Mitolojinin sönmeyen ateşi Yanartaş yani Olimpos.., 2 bin 500 yıldır yanıyormuş. Bilimsel olarak bu taşın neden alev aldığı tam olarak açıklanamasa da yanmanın nedeni, içinde bulunan elementlermiş. Mitolojiye göre ise birbirinden ilginç öyküleri var…
MEMLEKETİME bahar gelmiş. Antalya mevsimlerin en güzelini, ayların en şirinini yaşıyor ve yaşatıyor. Aylardan nisan, günlerden de pazar olunca evde oturmak ne mümkün. Akıl almış başını gidiyor, ustanın dediği gibi ‘Dağlarına bahar gelmiş memleketimin’. Ben de tası tarağı topladım vurdum kendimi Kemer yollarına. Antalya Sarısu, Liman falan derken, Kemer yolundayım. Nasıl bir güzellik Allah’ım, değişmiş buralar görmeyeli. Uzun süredir yolum düşmemişti bu taraflara. Sabahın ilk ışıkları bir yandan Akdeniz’in lacivert sularına, diğer taraftan Beydağları’nın zirvelerine vurmuş. Kızılı, pembesi, sarısı, moru sarmaş dolaş renk armonisi. Doğa, anlatılmaz yaşanır türden.
ADRASAN’A MERHABA
Akdeniz’in iyodunu, Beydağları’nın oksijenini ciğerlerime çekiyorum seyir terasından. Göz zevkimi doyurduktan sonra, yola revan. İstikamet Adrasan koyu. Kemer arkamda kalıyor ve çevresi kızıl çam ağaçlarının hakim olduğu dağlarla çevreli, güneşin denizden doğduğu, adeta kollarını açmış kocaman bir koy olan Adrasan Koyu’na ‘Merhaba’ diyorum. Sol tarafta Musa Dağı’nın bir uzantısı olan Eliğ Tepesi ile başlayıp, irili ufaklı koylarla devam eden bir uzantı. İleride Adrasan Feneri. Eh vakit Kuşluk Vakti rahmetli ninemin dediği gibi, vakit bol köpüklü kallavi bir Türk kahvesi içme vaktidir. Ağaçların altında tahta masalı bir kahvehaneye giriyor kahvemi ısmarlıyorum. Karşısında oturduğum deniz, öylesine temiz ve berrak ki, içinde ne var ne yok görüyorum. Küçük, nazende dalgalar, hafiften esen sabah rüzgarı ile flört ediyor.
DENİZ BİLLUR MİSALİ
Kahve keyfine sohbet keyfi de eşlik ediyor. Ve Adrasan’ın yerlisi olduğunu söyleyen nur yüzlü yaşlı anlatıyor, mis gibi esen rüzgarın sebeb-i hikmetini. ‘Adrasan’ın yeli batıdan, karadan denize doğru eser. İşte bu nazlı esen yel, denizi billur gibi eder de suyun içindeki balıkların rengini bile görün’. Adrasan’da denize bakıldığında ormanı görür gibisin, yani dağlar da dahil her yer orman. Yeşile hasretseniz buyurun Adrasan’a. Yeşilin her tonu, doğa bu kadar mı güzel, bu kadar mı muhteşem olur. Bakmaya bile kıyamıyorum. Sessizce duamı yapıyorum tahtaya vurarak ‘Allahım bu yeşili bu ormanı rantçılardan, yangınlardan sen koru’ diye. Sazak Koyu’na yürürken (İsmini yerli halktan öğreniyorum) ağaçların dalları birbirleriyle sarmaş dolaş olmuş, doğal kamelya. Bu yolda yürürken yeşilin güzelliklerinden etkilenmemek mümkün değil. Her türlü güzelliğin bir arada olduğu nadir yerlerden biri bana göre Adrasan.
CENEVİZ KOYU
Göreni hayran bırakan bakir koylardan biri de Ceneviz Koyu. Ulaşımı sadece deniz yoluyla. Geçmişte Cenevizli korsanların mekanı olarak bilinen koy, şimdilerde koruma altında. Denizin dibinde bile tarih gizli, kalıntılara göre batık bir şehir olduğu biliniyor. Tarihi dokusu, koyları, dağları, yeşili velhasıl kelam bütünüyle Akdeniz’in vazgeçilmezi Adrasan. Tabii ki Adrasan’a gelip de, tarihi nimetlerden nasibini yüklüce alan Çıralı Yanartaş’ı görmemek olur mu? Doğanın ve tarihin nimetleri bölgeyi nasıl da zengin kılmış, büyülenerek izliyorum. İlk kez gelmiyorum elbette. Ama her geldiğimde bir başka güzelliği fark ediyor ve bir kez daha tutuluyorum.
VE DE ÇIRALI
Rota belli de Adrasan’dan kopamıyorum ki. Yolum dere boyuna düştü. Ulu çınarların arasından güneşin kah yüzünü gösterdiği, kah kaybolduğu bir mekan. Kalabalık, insanlar pazar gününün keyfini çıkarıyor gönlünce. Merdivenlerden aşağıya iniyor, suyun çığıl çığıl aktığı çiçeğin böceğin oynaştığı mekanda alıyorum soluğu. Dere boyunca deli ağaçlar dallarını suya uzatmış. İşte tabiat bu. Mola vermemek olmaz. Birkaç kare fotoğrafı, deklanşöre basıp makineme hapsediyorum. Vakit nakittir diye yola revan oluyorum. Son durak Çıralı. Mitolojinin sönmeyen ateşi Yanartaş. Bir doğa harikası…
YANARTAŞ’IN BÜYÜSÜ
Çıralı, Adrasan Koyu’na yakın mesafede büyük bir keyifle yürüyorum. Meğer ki Çıralı’da beni doğa harikası bir koy bekliyormuş. Ben gündüzüne hayran kalırken, köyün yerlileri, asıl güzelliğin gece saatlerinde yaşandığını anlatıyor ve ‘Taşların arasından çıkan ateşleri ve de hiç sönmeyen Yanartaş’ı görmeden dönme’ tavsiyesinde bulunuyor da, aracın direksiyonu bende değil ki. Neyse zamanı değerlendirmeye devam ederken, Yanartaş efsanesi ile ilgili merakımı da gideriyorum. Uzmanlara göre, 2 bin 500 yıldır yanıyormuş Yanartaş. Bilimsel olarak bu taşın neden alev aldığı tam olarak açıklanamasa da, taşın yanmasının nedeni içinde bulunan adı her neyse bir element olduğu söyleniyor.
EFSANE NE DİYOR
Aslında Yanartaş, üç ayrı noktadan çıkarak yanan doğalgaza yöre halkının verdiği isimmiş. Peki, efsane ne diyor?.. Eski Yunan mitolojisine göre, Ephyra kralının oğlu bir av partisinde kardeşini öldürür. Ve ülkesinden kovulur. Kardeşini öldüren genç, Argos kralına sığınır. Kendisine sığınan genci öldürmeyi kabullenemeyen Argos kralı da genci Likya kralına gönderir. Likya kralı, acınacak haldeki bu genci öldürmek istemez ve onu Olympos dağında yaşayan aslan başlı, keçi gövdeli, yılan kuyruklu ve ağzından alev saçan canavar Chimera ile dövüşmeye gönderir. Ve hikaye devam eder…
‘CARETTA CARETTA’LAR
Neyse biz günümüze dönelim. Çıralı’nın bir başka özelliği daha var bilindiği gibi. Nesli dünya çapında tehlike altında olan deniz kaplumbağaları Caretta Caretta’ların da üreme alanı. Her yıl sahiline yuva yapan Caretta Carettalar’ın yavrulamak için geldiği bu eşsiz bölge, çok sayıda hayvan ve bitki türünü de bünyesinde barındırıyor. Dünyada nesli tükenmeye başlamış kuşların pek çoğunun bölgede yaşadığı da bilinenler arasında. Ve de Olimpos Çıralı, tarihi ve doğal zenginliği nedeniyle yasal statülerle koruma altına alınmış. Çıralı her mevsim değişen, yenilenen doğasıyla çiçeği, bir güzellik. Ve bu güzelliği renk ve kokulardan oluşan bir harmoni oluşturuyor. Ve bu saklı Cennete veda etmenin zamanı geldi. Tekrar görüşmek üzere randevulaşıyoruz ve ben istemeden, gözüm arkada kalarak Adrasan’a, Çıralı’ya veda ediyorum. (Simru SİLAHTAROĞLU)